63897 entry daha
  • "insanın arzusu, başka'nın arzusudur." bu ders, "tinin fenomenolojisi"nde iki bilincin karşı karşıya gelmesiyle meydana gelen saf prestij savaşının aşk düzleminde nasıl karşılık bulduğuyla sonuçlanır. lacan bunu tez dilinde şöyle yazar: "sen istemesen de, ben seni seviyorum." efendi ve köle diyalektiğinin aşk düzlemine oturtulmuşudur bu. lacan bunun karşısına gizemli, bilmecemsi, yorumlanabildiği halde yorumlanamaz dediği bir deyişle çıkar. bu deyişte imkansız vardır ve böylece işin gerçek tarafını işaret eder:
    "bilmesem de arzuluyorum seni."

    lacan'ın bu formülü anlaşıldığı zaman neden onun bunu karşı konulamaz olarak gördüğünü bir kenara bırakalım ve sadece şunu açığa vuralım: "bilmesem de arzuluyorum" seni arzunun bilinemezliğini anlatır. otantik (asıl) arzu, nesnesini ve neden olduğu nesneyi bilmeyen arzudur. formül ifade edilemez çünkü arzu bastırılmıştır, bilinçdışıdır.

    jacques lacan'ın kaygı semineri'ne giriş, jacques-alan miller / monokl lacan seçkisi
  • "bir romanın kişilikleri kapatılmış varlıklar, tutsaklardır. onların tarihi hiçbir zaman bitmemiştir, hala sürer ama ilerlemez. bir roman, varlıkları, özgürlüklerine rağmen, bir kader içine kapatır. yaşam, romancıyı sanki bir kitaptan fırlamış gibi göründüğü zaman kışkırtır. sanki bir olgular kümesinin tamamı hareketsizleşmiş ve bir seri oluşturmuş gibi, ne olduğu bilinmeyen tamamlanmamış bir şey belirir yaşamda. bu olgular iki belirlenmiş an arasında betimlenirler. varoluş bu zaman aralığını, sanki bir tüneli kat eder gibi kat etmiştir. anlatılan olaylar bir durum oluştururlar ve plastik bir ideale benzerler. tarihin plastikliği: işte bu mittir. sanatçının seçimi dediğimiz şey, bir ritminin içinde sabitlenmiş olguların ve özelliklerin doğal bir biçimde elenmesi ve zamanı imgeye dönüştürmesidir."

    sonsuza tanıklık, emmanuel levinas
  • oğuz atay'nda dedigi gibi;
    "provası yok hayatın .
    ne yeniden yaşamak mümkün, ne de
    yaşadıklarını silebilmek. her şeyin
    zamanı, yaşadığın o andır. mutlu
    olmayı ertelemeyin. çünki canınız
    istediği zaman ölmiyecekseniz..
  • “nazlı çocukluğundan başlayarak bir sürü şeyi başkalarına açıklamak zorunda kalmıştı. açıklayamadığı şeylerden utanmış, yalanlar söylemişti. şimdi de, iyi bir geliri olduğu halde kutu gibi küçük bir evde yaşaması, otomobilinin olmaması, çocuk istememesi ve büyük bir inşaat şirketinde yükselmesi beklenirken birdenbire istifa edip evde oturmaya başlayan bir adam ile evli olması açıklama gerektiriyordu. ama artık sadece susuyordu. insanın kendi dünyasını ve dilini susarak koruması ne tatlı bir paradoks! öte yandan nazlı hekimlikten, hastane ortamından, susmak zorunda olmaktan ve cemil'in sorumluluğundan usandığında, bu kederli palyaçonun hayatını mahvettiğini düşünüyor, ona kızıyor, ondan uzaklaşıyordu. evi kendisinden daha fazla sahiplenmesine de sinirleniyordu. ama sonra bir gülüş, bir koku, yataktan kalkarken sıyrılan külottan görünen cemil'in kıçı... ne kadar itse de olmuyor, yeniden yakınlaşıyorlardı. "uzak dostum!" diye sesleniyordu cemil'e, anlamı tam karşısına alarak. çünkü aşk başta anlam olmak üzere pek çok şeyi karşısına alır, huzuru örneğin, kararlılığı ve dengeyi. kendi kendine söz verirsin. boşunadır. nazlı da cemil'den uzaklaşma çabasının boşuna olduğunu biliyordu. onu salondaki koltukta sessizce oturmuş kitaplığa bakarken gördüğünde, kitaplardan korkan bu çocuğu içine sokmak istiyordu. başta annesinin ve babasının ölümlerinden olmak üzere bütün ölümlerden ve bütün kötü kötü şeylerden kendini sorumlu tutan bu hasta çocuğu iyileştirmek, korumak istiyordu. güzel bir şarkı çalarken, cemil koltuğundan kalkıp dans etmeye başladığında, yoksul gibi, her an tökezleyecekmiş gibi, bir sokak lambası gibi dans etmeye başladığında, nazlı da karanlıktan çıkıp bu sokak lambasının ışığında kaybettiği şeyleri arıyordu."

    "editör hanım, elime kalem aldığımda sahip olduğum meziyetlere romanım basılırsa, belki günlük hayatta da sahip olabilirim! bütün umudum bu! romanım basılırsa, beni kovalayan saksağanların karşısına korkusuzca dikilebilirim. her sabah gazete almaya giderken selamlaştığım ada görevlisi nedim'in, gündüzleri apartman boşluğunda sesleri yankılanan, kapı aralarından, gözetleme deliklerinden bana bakan komşu kadınların ve nazlı'nın ailesinin karşısına nihayet düzgün bir kıyafetle çıkabilirim. yazar kıyafeti. fena değildir. en azından eskrimci kıyafetiyle dolaşmaktan daha iyidir. çünkü toplu konutlardaki hemen herkes bana, ani bir hamleyle kalplerinin üzerindeki bir düğmeye dokunup iç dünyalarının çirkin ışığını yansıtacakmışım gibi çekinerek bakıyor. romanım basılırsa, futbol sahasında gösterdiğim beceriksizlikler bir uyuşmazlık mahkemesince çözüme kavuşturulabilir. topu göğsümde yumuşatamayışım, sağ ayağımı hiç kullanamayışım, ortalarımın berbat olması filan, hepsi affedilebilir. istifa edip evde oturmam, kitap okumadan, tek bir cümle yazmadan sadece hayal kurarak boş boş geçirdiğim saatler bir vicdan sorunu olmaktan çıkar. belki, jonh mayall'den sensitive kind'ı veya 16 horspower'dan sinnerman'i acze düşmeden, ikide bir burnumu çekmeden dinleyebilirim. geçmişle ilgili hiçbir marazi duyguya kapılmadan çilek reçeli yapabilirim, belki şeftali reçeli de. ayrıca, romanım basılırsa, daha çekici bir erkek olabilirim. bir kitaptan ne çok şey bekliyorum, değil mi editör hanım, tıpkı bir kadından beklediğim gibi."

    "editör hanım, yazarlar her şeyin sebebini, esasını ararlar ama hayatın anlatılmaya değmez basit şeyler ile dolu olduğunu da gayet iyi bilirler. yarattıkları karakterleri, kurdukları dünyaları inandırıcı kılmak ve hayatı en geniş şekilde kuşatıp kağıda aktarmak için esasa dair gibi görünmeyen bu basit şeyleri, gündelik kırıntıları, manasız fazlalıkları anlatmaya bilhassa çaba gösterirler. sonra zaten sala okunur. toplu konutlardaki herkes kulak kesilir. soyak blokları'ndan polis memuru ismet gönül'ün kayınvalidesi şadiye numan hanımefendi vefat etmiştir. esas olan neymiş anlaşılır, ama kısa bir duraklamadan, kesintiden sonra, hayat yine basit, anlatılmaya değmez şeylerin bolluğunda, yani kendi içinde kaybolur. tırnaklarımızı keseriz, yemek pişirirken bitmeye yüz tutan tüpü yenisi gelene kadar yan yatırırız, çamaşır makinesinin su giriş hortumundaki süzgeci temizleriz, tuvalette kitap okurken klozete değmesin diye bir elimizle erkekliğimizi tutarız, buzdolabından gelen kokunun kaynağını araştırırız: çürümüş dereotu ya da kapağı tam oturmamış turşu kavanozu. yazmak bir bakıma anlatılmaya değmez olanı anlatmaktır. böylelikle anlamsız olanı anlamlı kılmaya cüret etmektir. şimdi ben de çürümüş dereotunu nazlı gelmeden gizlice çöpe atacağım, turşu kavanozunun kapağını güzelce kapatacağım ve bunları anlatmaya yeniden yeniden cüret edeceğim."

    "editör hanım, balzac sanatın yoğunlaşmış yaradılış olduğunu söylemiş. güzel söylemiş. dünyada nazlı diye biri olmasaydı, onu tanımasaydım, onu böyle sevmeseydim, hiç kuşkusuz balzac'ı alnından öperdim ve bütün kapıları kapatarak yaradılışımın yoğunlaşmasına zevkle izin verirdim."

    (bkz: sinek ısırıklarının müellifi)
  • “vaktiyle bir insanın önünde diz çöktüğün gerçeğinin hatırası, zamanla o insana tepeden bakmaya yöneltir kişiyi”
  • babası saate bakarak, “dünyada hiçbir şey tamamen yanlış değildir yavrum.”dedi. “durmuş bir saat bile günde iki kez doğru saati gösterir.”

    (bkz: paulo coelho)
  • bir dönem gelir, hayat sanki devam etmekte tereddüt ediyormuş ya da akışını değiştirmek istiyormuş gibi belirgin biçimde yavaşlar. böyle bir dönemde insanın başına kolayca bir felaket gelebilir.

    üç kadın / robert musil
  • “savaş kazanç sağlayan bir ticarettir. eğer on yılda bir savaş çıkarsa milyarder olacaklarını söyleyenler işte bu insanlar. gelecekte, savaş yanlısı propaganda yapanlara kaynaklık edecekleri muhtemel. bu insanlar genç ve saf delikanlıları kışkırtarak intikamı öğretir.”

    takaşi nagai - nagasaki'nin çanları
  • "burası mordor'dan daha kötü!" dedi sam. "bir anlamda çok daha kötü. nasıl derler, sanki kendi evimizdi; çünkü burası yuvamızdı ve mahvedilmeden önceki halini hatırlıyoruz."

    (bkz: antakya)
  • "ama yalnızca iyi şeylerden bahseden bir kitapta insanlar günü belirsiz bir ölüme mahkûmdurlar."
    * *
196 entry daha
hesabın var mı? giriş yap