hesabın var mı? giriş yap

  • bir şirketin kendi çıkardığı yeni bir ürün ile, daha önce çıkarmış olduğu bir ürünün satışlarını azaltması.

    klasik bir örnek olarak ipad mini verilebilir. piyasaya çıkmadan önce apple tablet almak isteyen herkes ipad'e yönelirken, ipad mini'nin çıkması ile büyük ipad'in satışlarında nispeten bir azalma olmuştur. benzer örnek üzerinden gidecek olursak iphone 4s'in üzerine iphone 5'in çıkması da (form factor olarak aynı ürün olmasına rağmen) cannibalization'a yol açmıştır.

    ürün kullanımı haricinde, lokasyon ve fiyat üzerinden de cannibalization oluşabilir.
    mcdonald's şubenizin 5 metre yanına yeni bir mcdonalds (evet, cannibalization için aynı şirketin yapması gerekiyor bu hamleyi) şubesi açılırsa cannibalization olur. son örnek de şu: bir perakendeci 10 marka süt satıyorsa ve 1 tanesini aniden yarı fiyata satmaya karar verirse, sattığı diğer ürünleri cannibalization'a uğratmış olur. her ne kadar bu sütleri kendi üretmese de, sattığı bir ürünün diğerlerinin payından çalmasına yol açtığı için aynı etkiyi yaratmış olur.

    her ne kadar negatif gibi görünse de, cannibalization her zaman bir hata değildir; bazen de bir stratejidir. kaldı ki steve jobs'un konuyla alakalı yaklaşımı da şöyledir:

    - if you don’t cannibalize yourself, someone else will.

  • domatesin buzdolabında değil, oda sıcaklığında tutulması gerektiği. bunun sebebi dolapta saklanan domatesin doğal lezzetini kaybetmesiymiş. diyelim ki birkaç gün içinde tüketmeyeceksiniz, bu sebeple dolaba koydunuz. yine de domatesi tüketmeden önce bir gün kadar oda sıcaklığında tutmak lazımmış. bu bir günlük sürede domatesteki bazı enzimler tekrar aktif olur ve lezzeti güzelleşirmiş.
    kaynak

    muz da oda sıcaklığında tutulmalıymış. amma öyle raf üzerinde, hele plastik poşette hiç olmazmış. muz asacaklarını sadece göze hitap eden biraz gereksiz bir aksesuar sanmışımdır hep. halbuki bi işlevi varmış. muzun havayla temasını sağlıyomuş o. asmayıp da bir yüzey üstüne yatırırsak havayla temas etmeyen, yani yüzeye değen kısmı kararır, bozulurmuş.
    kaynak

    ilaveten, meyveler dolaba konurken değil, yenilmeden hemen önce yıkanmalıymış, tazeliklerini daha uzun bir süre koruyabilmeleri için tabi. satın aldığınız meyveyi bir gün içinde yiyecekseniz, çilek gibi çabuk bozulan bir meyve bile olsa oda sıcaklığında bekletmeliymişsiniz.
    kaynak

    patates ve soğan farklı sepetlerde tutulmalıymış mesela. beraber olurlarsa daha çabuk bozulurlarmış.
    kaynak

    aldığı sebze meyvenin yarısını çöpe atan biri olarak ufkumu ikiye katlamış ve muftak harcamamı ikiye bölmüştür. belki çoğunuz bunları zaten biliyodur ama benim gibi mutfak cahillerinin işine yarar, bulunsun.

    bonus olarak, geçmeye başlamış, hepten yumuşamış marul, yapraklarını koparıp yarım saat soğuk suda tutulunca bi silkinip kendini topluyomuş. onun da ömrünü uzatmak için tüyolar var ama bana zor gelir, ister okuyun ister resimlerine bakın şurdan: kaynak.

    edit: bu da fandango'dan gelsin. hafif bozulmuş rengi solmuş kırmızı eti bir süre soğuk suda bekletince taptaze kıpkırmızı etiniz oluyomuş. yalnız kaynak olarak kasabını gösterdi. kanıt olarak kasapla çekilmiş bir resmini istiycem şimdi. resim gelene kadar siz yine de denemeyin.

  • golden sonra parmağındaki yüzüğü öpeceğine chedjou'nun taşaklarını öpmesi gereken topçu.

  • herhangi bir insan bu ülkede bir kitap yayınladığı zaman devlet kitabın ilk 1000 kopyasını ülkedeki tüm kütüphaneler adına satın alıyor.enteresan ülke.

  • çok değil bundan 10-12 sene öncesine gidildiğinde görülecektir ki letonya'ya elendikten sonra ya ben 2002 dünya kupasında 2003 konfederasyon kupasında bu takımı üçüncü yaptım "it is the football, that is the football" diyip aradan sıyrılıp devam etmek varken "şerefiyle" istifa etmiş teknik direktördür. belki vizyonsuzdur ama şerefli bir "adamdır".

  • 29 ekim 1933'de cumhuriyetin 10.yıl kutlamaları için bir çok ülkeden davetli çağrılır. sovyetler birliği iki bakan gönderir. bu arada sergey yutkeviç de törene davet edilmiştir. yutkeviç, tıpkı diğer ülkelerden gelen meslektaşları gibi etkinlikleri ve konuşmaları filme alacaktır.

    yutkeviç hazırlık yapmak için sabah erkenden törenin yapılacağı hipodroma gider. diğer meslektaşları gibi kamerasını hazırlayıp konuşmaların yapılacağı kürsüye kablo çekerken utanır. rus kameramanın utancının sebebi kablosudur. diğer kameramanların kabloları serçe parmağı kalınlığındayken yutkeviç'in kablosu neredeyse insan bileği kadardır.

    binlerce kişi hipodromdaki yerini aldığında atatürk ve davetlilerin gelmesini beklemektedir. atatürk, hipodroma bir otomobille girer. topluluğu, herkesi selamlar, kürsüye çıkar ve konuşmaya başlar. bu sırada yutkeviç kamerasını çalıştırıp kayda başladığında o esnada çevresindeki meslektaşları feryat figan koparır. atatürk'ü hipodroma getiren otomobil kamera kablolarının üstünden geçmiş, hepsini kopartmıştır. ortada bilek kalıblığında bir tane sağlam kablo vardır. o da yutkeviç'in kablosudur.

    işte biz o tek sağlam kablo sayesinde günümüze kadar ulaşan tek kayıtla cumhuriyetin 10.yıl töreni ve atatürk'ün 10.yıl konuşmasını hala izleriz.

    10. yıl nutku

    edit/kaynak: nebil özgentürk - türkiye'nin hatıra defteri belgeseli

  • bim'lere (market) girerken 2 aşamalı kapı olur. nedenini merak ettim. ilk etapta herkes gibi soğuğu içerde muhafaza etmek içindir diye düşünüyordum. ama o zaman çıkarken neden tek kapı vardı? soğuk girerken çıkıyordu da, çıkarken çıkmıyor muydu? kafamda deli sorularla gittim ve sordum. cevap şöyleydi;

    "iki kapının, iki farklı anahtarı olur. marketi sabah açan, akşam kapatan görevlilere iki anahtarda verilir, sadece dış kapının anahtarı ise markete günlük malzeme getiren toptancılara verilir. sabahın erken saatlerinde mal getiren toptancı, malzemeyi iki kapının arasına bırakır ve dış taraftaki kapıyı kitler ve gider. açılış saati geldiğinde iki kapınında anahtarını cebinde bulunduran bim görevlisi kapıları açar malzemeleri dizer işine bakar. böylece zamandan ve iş gücünden tasarruf edilir."

    belki önemsiz ama benim hoşuma gitti. paylaşmak istedim.

    edit: 'iki kapı arası çok küçük', 'malı toptancı getirmez' gibi mesajlar aldım. malzemeler günlük süt ekmek gibi malzemeler zaten. ama bu durumun takipçisi olacağım. tekrar editleyeceğim.

    edit2: gelen bilgilerle kesinleşti. dediğim gibi süt ve ekmek bazen de sebze meyve geliyormuş. taze olması gereken ufak şeyler yani. malum fırın&sütçü&haller vs işlerine sabahın ilk ışıklarında başlıyor, bim ise saat 9 da açılıyor. sistem bunun üzerine.

  • yil 1607, ingiltere'deyiz. ingiltere'de hakim din "church of england".

    dinin hakimiyeti, church of england'a bagli olmayanlara baski seviyesinde. soyle ki, pazar gunleri ve dini gunlerde church of england'a bagli olan kiliselerden birine gitmemenin para cezasi var. tekrarlanirsa para cezasi giderek artiyor ve hapis cezasina donusuyor. eger kisinin church of england'a bagli olmayan bir "kacak kilise" ye gittigi tespit edilirse ceza onyillarca hapis veya olum cezasina donusuyor.

    bu ortamda kendilerine "separatistler" diyen bir grup var. bunlar oliver cromwell'in siyasi etkisi altindaki bir grup ve church of england'dan ayri bir dini yapi dusluyorlar cunku church of england'i yeterince puriten ve reformist bulmuyorlar. ayrica kralin kilise uzerindeki etkisinden de [kral, church of england'in basi] sikayetciler.

    e dogal olarak da kralin gozunde hem vatan haini hem de din dusmani ilan ediliyorlar. bu gruba bir sureligine "congregationalists" diyecegiz, yani bildiginiz "cemaatciler", o donemde oyle adlandirilmislar zira.

    * konu cok acaip bi yere geldi lan* ?

    1607'de archbishop (bunun turkcesi var mi ?) tobias matthew organize bir saldiri duzenleyip bu cemaatcilerin evlerini yakip, yikiyor. [inlerine giriyor]. bunun uzerine baskilara uzun sure dayanamayan cemaatciler, careyi 1609'da o donem icin cok daha liberal ve ilimli bir ortam sunan hollanda'ya topluca goc etmekte buluyorlar.

    cemaat hollanda'da kendisine gayet dostane bir ortam buluyor ve leiden kentinde yasamaya basliyor, bu arada da anavatanlari ile iliskilerini surduruyorlar. yalniz soyle bir problem var ki, bu insanlarin tamami ciftci kokenli iken yerlestirildikleri leiden bir sanayii sehri. bu yuzden yillar icerisinde gecim sikintisi ve kultur uyusmazligi yasamaya basliyorlar.

    kendileri acisindan daha sakincalisi ise, dini olarak church of england'a karsi olmakla beraber, ingiliz milli kimligini reddetmeyen, hatta baska bir ulke icerisinde ona daha da sarilan bir grup bu. bu yuzden, zaman icerisinde cocuklarinin ingilizliklerini yitirip, hollandalilastigini, dahasi ahlaken coktuklerini [gittikleri ulkeyi ahlaken daha dusuk goruyorlar, evet. cok tanidik bir gurbetci tepkisi di mi ?] dusunuyorlar.

    cocuklari hollanda ordusuna katilmaya baslayan, bununla beraber hollanda'da olmalarina ragmen anavatanlarindaki sorusturmalardan da korunamayan cemaat iyice rahatsiz oluyor. mesela, liderleri hakkinda acilan bir davadan dolayi ingiliz devleti hollanda'dan iade istiyor. istegin yerine getirilecegi aciklaninca ise cemaatciler "biz burada da guvende degiliz" dusuncesinden iyice emin oluyorlar. nihayetinde, "baska nereye gidebiliriz ?" konusu uzerinde konusmaya basliyorlar.

    ilk once hollanda'nin amerika kitasindaki kolonisi "new netherland" dusunuluyor ama "e biz zaten hollanda kulturunden kacmiyor muyuz hacilar ?" diye dusunuyorlar ve "london company" [ingiliz kralina ait devlet sirketi]'ye amerika kitasinda bir toprak parcasi icin basvuruyorlar. "london company" cemaat icin "hudson nehrinin denize acildigi yer" yakininda bir toprak parcasini [gunumuzdeki new york] oneriyor.

    simdi diyebilirsiniz ki, "madem bu adamlar ingiltere'de sorusturmaya ugruyorlar ve kacaklar, ayrica kral tarafindan dusman ilan edilmisler. nasil oluyor da kralin sirketi bunlara yardim ediyor ?" ve cok hakli olursunuz bu soruyu sormakla.

    cevabi su: bu sirket sadece krala ait degil, bir ortaklik. bu cemaatin amerika'ya yerlesmesinden gelir kazanacak para babalari var. bunlar masraflar icin cemaate yatirim yapiyorlar ve daha sonra faiz karsiligi o parayi geri alacaklar. kaldi ki ingiltere adina bir koloni kurulmasi kralin da isine geliyor. dolayisi ile cemaatin hollanda'dan ayrilip, amerika'da yerlesmelerine onay veriyor. cografi olarak uzaktalar neticede. "allah belasini versin bunlarin, gitsinler dunyanin ote tarafinda ne bok yerlerse yesinler" diye dusunuyor kral herhalde.

    sonucta, alinan yatirimlarla ayarlanan bir gemi [speedwell] 1620'de hollanda'nin delfshaven limanindan ayriliyor.

    ilk once cemaatin genc ve guclu, kuvvetli bireyleri onden gidip yerlesim kuracaklar daha sonra da eslerini, dostlarini yanlarina aldiracaklar, plan bu. gemi yola cikiyor ve once ingiltere'nin "plymouth" limanina ugruyor zira yolda su aliyor. bu su alma mevzuu da biraz tuhaf zira daha sonra amerika'ya gitmek istemeyen gemiciler tarafindan ozellikle sabotaja ugratildigi dusunuluyor.

    plymouth limaninda ayarlanan diger gemi olan mayflower' a geciliyor. artik yolcularimiza "cemaatciler" degil "hacilar" adi veriliyor, yani pilgrims. bu yolcular daha sonra gunumuzde abd'nin massachusetts eyaletine varan ve abd'nin kurulmasinin tohumlarini atan "father pilgrims" olarak anilacaklar.

    yalniz soyle bir sey var. mayflower gemisi amerika'ya ilk varan ingiliz gemisi, bu kisilerin kurdugu koloni de ilk kurulan koloni degil. bu insanlar kitaya vardiginda ingiltere'nin zaten bir kolonisi (virginia) var. peki neden abd'nin kurucusu olarak onlar degil de bu insanlar aniliyor ?

    cunku, bu koloni aslinda virginia kolonisine tabii olacakken firtinada kuzeye suruklenip massachusetts'de karaya cikiyorlar dolayisi ile de "abi biz mecbur muyuz bu adamlara ? niye kafamiza gore takilmiyoruz" diye dusunup kendi kendilerini yonetmeye karar veriyorlar. karaya cikmazdan once de, henuz daha gemideyken bir araya gelip "mayflower compact" adinda, koloninin nasil yonetilecegine dair bir sozlesme hazirliyorlar.

    bu sozlesme halen gunumuzde, yazili ilk anayasa metni sayiliyor ve abd anayasasinin kokeni olarak tarihe geciyor.

  • ya ben de bu türk taraftarını anlamıyorum, on takımlı sikko litvanya liginden kalkmış gelmiş adamlar kısıtlı imkanlarıyla bizim kısıtları pek geniş takımımız ile eşleşmeyi başarmış, her iki turda da çirkeflik etmeden, ellerinden gelen mücadeleyi göstermiş ve elenmiş yollarına gitmek üzere ve sayıca takımdan daha az olan taraftarını selamlamaya gitmiş tribüne, neyini ıslıklıyor neyini yuhluyorsun lan bu adamların. alkışla sen de işte eve mutlu gitsin herkes, ki düşmanın değil senden eksilen bir şey yok, o adamların hayatının unutmayacağı gecelerinden birine ortaksın. yemin ediyorum hıyarlarla bir arada yaşamaktan bıktım ya

  • beşiktaş maçında olanlardan sonra ceza vermeyi geç, bir madalya takmadıkları kaldığı için, iş buralara kadar geldi. hakem yumruklamak ne demek ? zimbabwe 3.ligi mi burası? rezalet ki ne rezalet
    eğer bir de iddia edildiği gibi ankaragücü başkanı tarafından yapıldıysa rezilliği anlatacak kelime kalmıyor