hesabın var mı? giriş yap

  • bir dolandırıcılık yöntemi haline gelen söylem olsa da, ek gelir veya ana gelir yöntemi olarak kullanıldığı ufak bir araştırma ile görülebilecek yöntemlerden bahsedeceğim.

    en başta unutulmamalı ki kolay para kazanma diye birşey yok, bu ataleti üzerinden atmalı. eğer gerçekten katma değer sunabilecek enstrümanlarınız var ise, tek yapmanız gereken bunları doğru şekilde, kazıklanmadan ve aynı zamanda korkmadan pazarlamak. size kısa yoldan para, saadet zinciri, tıkla kazan vb. şeylerden daha önce dili yanmış (enayi) olarak uzak durmanızı şiddetle tavsiye ederim.

    para kazanmayı sağlayacak her eylem, emek ve zaman ister. emek ve zaman ayrılmayan işler, hobi düzeyinde kalır veya zamanla unutulur.

    yapmanız gereken ilk şey kendinize şu soruyu sorun: ne biliyorum, ne sunabilirim? bu sizin ana işiniz de olabilir, uzmanlaştığınız bir hobi de. bazı örnekler; programlama, yabancı dil, spor, mühendis olmak, psikoloji alanında uzmanlık, bitki ve hayvan yetiştiriciliği, ekstrem sporlar, satış gücü, makale yazma becerisi, ekonomi bilgisi vb. çoğaltılabilir.

    ilk bahsedeceğim kitle çoğunlukta olan, bunlardan hiç birine sahip olmayanlar. bu arkadaşların yapması gereken hobi olarak zaten yapmakta oldukları veya yapmayı gerçekten istedikleri şeyleri keşfedip. minimum yatırım maliyetiyle, yasal gereklilikler var ise yerine getirerek o konuda uzmanlaşmak. ne işe yarar, hangi alanlar var sorusu için freelancer gibi sitelerden hangi projeler için adam aranıyor bakabilirsiniz, böylece talebi net görmüş olursunuz. bunun dışında http://www.ted.com/ gibi ilham verici site ve bloglar - ted talks'da altyazı seçeneği mevcut- takip ederek beyninize yeni fikirler için bir şans verebilirsiniz.

    eğer sunabileceğiniz bir ürüne sahipseniz, aşağıdaki sınıflandırmalar işinize yarayabilir:

    + spor vb.: evde yapılabilecek bir spor üzerine uzmanlığınız varsa, çok güzel paralar kazanabilirsiniz. bazı eğitmenler havala yoluyla aylık para alıp, skype üzerinden eğitimler vermekte. aynı anda birçok kişiye eğitim vererek güzel paralar kazanmaktalar. (plates, yoga vb.) bu bahsettiğim eğitmenlerin türk olduğunu belirtmek isterim. bunun dışında, genelde yabancı olan popsugar gibi siteler, üyelik parası veya reklam geliriyle parayı götürmekte. tek yapmanız gereken bedava ders vereceğiniz 2 öğrenci, kamera, internet sitesi ve öğrenciye gerçekten sınıfta hissettirme becerisi. evde yapılmayan sporlar için de ilan yoluyla bir topluluk oluşturup, eğitimler vermek için daha agrasif olabilirsiniz. (dalış, sörf, paraşütle atlama vb.)

    + yabancı dil: bildiğiniz yabancı dilde gerçekten ileri düzeyde iseniz makaleler yazabilir, çeviriler yapabilirsiniz. örneğin, bir web developer olsam açacağım siteyi türkiye dışına yönelik açardım, böylece döviz getirisi sağlamaya çalışırdım. yabancı dil bilmenin en büyük şansı, gene skype vb. üzerinden eğitimler verebilir veya eğitime yönelik güzel bir site yaratabilirsiniz. (siteyi freelancer bir hintliye daha ucuza yaptırmak çok kolay)

    + ana iş olarak yapılan uzmanlıklar: freelance projelerde yer alıp, döviz olarak ek gelir sağlayabilirsiniz. bildiğiniz bazı şeyleri başkalarına çok basit bir dille anlatarak bu yolla eğitim siteleri kurabilirsiniz. makaleler yazabilir, linkedin gibi sosyal ortamlarda takipçi oluşturabilirisiniz (birçok yol mevcut). örneğin; çocuk gelişimi konusunda uzmansanız türkçe veya yabancı dillerde siteler yaptırın. içeriğini öyle bir yapın ki okuyan anlasın ve işine yarasın.

    + tarım/hayvancılık/zanaat: insanlar hobi olarak yapacaklar şeyler için güzel kaynaklar peşine koşar. eğer arı yetiştiriciliği konusunda bilgiliyseniz bunu paylaşın, insanlar öğrensin. takı tasarımı yapabilir, dantel örebilir veya resim yapabiliyorsanız (örnekler çoğaltılabilir), bunları inanlara nasıl yapacaklarını anlatın, geri bildirimlere göre ve bilgilerinize göre eğitimlerinize yön verin. nasıl bir pazar olacağını tahmin bile edemezsiniz. ürün yapıp satmaktan çok daha fazla pazar payı bulabilirsiniz. tabii kesinlike o ürünü yapmayı anlatırken, üyelik geliri yada üyelik olmadan, reklam ve kullanılan malzemeleri satmak gibi yöntemleri kullanmalısınız.

    + nasıl yaptım siteleri: mesela sıfırdan birşey öğrenip para kazandınız, bunu nasıl yaptığınızı anlatın. birşey öğrendiniz, nasıl öğrendiniz anlatın. sürekli olması halinde size gelir kazandıracağına emin olun. örnek olarak; early retirement extreme

    bunların tümüne ek olarak parayı nasıl değerlendireceğinizi bilmelisiniz. bunun içinde basit ekonomi dinamiklerini temel düzeyde de olsa öğrenin. kendinizi bir şirket gibi düşünün; yeni yatırımlar, yeni çalışanlar, yeni pazarlama araçları, ürün gamının genişletilmesi vb. büyümeye yönelik adımlar atmanız gelirinizi attıracaktır.
    diğer bir önemli ek, ingilizce öğrenin ve diğer benzer siteleri araştırın. ufkunuzu, bilginizi okuyup/araştırarak genişletin. unutmayın sermayeniz bu!

    son olarak kazandığınız paranın yasal olarak başınızı derde sokmaması hususuna dikkat etmelisiniz. yasaları bilmeli, eğer gerekiyorsa yükümlülükleri yerine getirmelisiniz. ne zaman nasıl yükümlülükler olur, araştırarak kolayca öğrenebilirisiniz.

  • pistin yanlış şehre kurulmuş olmasındandır.. o zamanlar da gündemde olan antalya seçilseydi pist için yarış biraz daha devam ederdi türkiye'de.. antalya hem konaklama ve tesis açısından, hem türkiye'de yarışın yapıldığı mevsimin turizm yoğunluğu açısından, hem de çok adam bilmez bunu, antalyalı'nın motor sporlarına ilgisi yüzünden daha mantıklı bir tercih olurdu, olmadı, nedendir bilmem.. bu işin meraklısı da zaten istanbul, ankara, izmir'den koşa koşa giderdi yarışları izlemeye..

  • kalpler geleceği göremez, the secret kitaplarında anlatılan enerji hiçbir zaman kanıtlanmamıştır, charles darwin bir bilim adamıdır dünyaya sevgiyi yayma işini bilimsel bir kitap yazarak yapmış olması mantıklı değil, dünyada güzel manzaralar olduğu kadar iğrençlikler, vahşetler, katliamlar, felaketler de oluyor. insanlar her gün bir yerlerde ölüyorlar. ama her gün yeni bebekler de doğuyor. doğa iyi değil. ama kötü de değil. doğa taraf tutmaz. bütün güzellikleri barındırığı gibi kötülükleri de barındırır. iyilik kötülük diye ayırman da hepsi zaten senin insani görüşün, doğayı ilgilendirmez.

    sevginin anlamanı kavrayabilmeniz için böyle desteksiz 11 eylül komplo teorilerinin arasına yazılmış güvensiz bilgilere ihtiyacınız yok. içinizde size can veren ve masumiyetinden şüphe etmediğiniz duygu işte, duyguların en güzeli belki ama hayat kuştan böcekten ibaret değil, toz pembe hiç değil.

    özet: sevgi içimizde* *

  • (bkz: steve mcmanaman)

    tek geçerim.

    ekleme: fifa oynarken top her mcmanaman'a geldiğinde spikerin mcmanaman demesine hasta olan tek ben değilmişim. bir de thuram vardı tabi..

    o zamanlarda, çocukluk günlerinde bilgisayarın her evde bulunmadığı bu yüzden çok daha değerli olduğu günlerde fifa oynamanın zevkine varmış tüm yazarlara selam olsun.. *

    bu arada benim o zamanlar bilgisayarım yoktu teyze oğlu abilerimde vardı onlara her gittiğimde onlar oyun oynarken izler -ki izlerken oynamış kadar zevk alırdım- oyunları bitince o büyülü soruyu bekler ve her seferinde o soruyu alırdım "sen de oynamak ister misin?" o nasıl soru, o nasıl soru.. *

  • dogma 95 hareketinin kurucularından biri olan thomas vinterberg'in en son filmidir.
    başrolünde oynayan mads mikkelsen ile 2012 yapımı jagten filminden bu yana ikinci defa bir araya gelen ikili, yine harika bir iş çıkarmış ki, oscar, bafta, golder globes, cannes, toronto gibi büyük, küçük bir çok festivalde 52 defa aday gösterildi ve seçkiye girdi.

    --- spoiler alert ---
    buradan sonra yazılanlar ciddi oranda spoiler içerektir.
    --- spoiler alert ---

    film temelde, belli bir seviyeyi aşmayan alkol tüketiminin dünyayı daha iyi algılamamızı ve aslında alkolün belli oranda gerekli bir şey olduğunun teorisini kendileri üzerinde deneyen bir grup lise öğretmeninin hikayesini anlatıyor.

    bir grup lise öğretmeninin öğrencilerle ilişkilerini, hayata dair boşluklarını ve genel depresif ruh halini bize tanıtarak başlayan film, orta sınıfın içinde sıkışıp kaldığı 'evden işe, işten eve' psikolojisini çok güzel hissettiriyor. yetmezmiş gibi karakterimizin ailesi ile iletişimsizliği ve gitgide yalnızlaşması izleyiciyi daha da büyük bir depresyona sürüklüyor.

    bu dört arkadaş, aralarından birinin* doğumgünü sebebi ile buluşup biraz eğlenmek istiyorlar, tam bu noktada ikinci aks ve kırılma yaşanmaya başlanıyor. yemeğin başlangıcında protagonist karakterimiz martin'in, bir çeşit orta yaş bunalımı ya da bir varoluş bulantısına girmiş son derece net hissediyoruz. hayatın ortasında sıkışmış, sıkıcı bir insan olmuş, keyif alamaz olmuş ve hissizleşmiş bir tavır ile seyirciyi olacaklara hazırlıyor.

    yemek devam ederken nikolaj, norveçli psikiyatrist finn skårderud’den ve onun teorisinden bahsediyor. bu teoriye göre, insanın vücudundaki alkol oranının düşük olduğunu ve bu oranın az üstünde alınacak promilde alkolün, bireyin daha yaratıcı ve keyif alabilir olacağından bahsediyor.

    bu teoriden ilham alan dört öğretmen, gün içinde az oranda alkol tüketip sonuçlarını gözlemlemek ve bunu hakkında bir rapor tutup, bir çeşit psiko-sosyolojik deney yapmaya karar veriyor. resmen bilimsel bir deney olma yolunda emin adımlarla yürüyen bu dört arkadaşın, beklenen şekilde bütün hayatları düzelmeye meyilleniyor. çünkü, alkolün rahatlatıcı ve sakinleştirici etkisi hızlıca kendini hissettiyor. öğretmenlerin çevresindeki insanlarla, eşleriyle, öğrencileriyle kurduğu iletişimin pozitif olarak değişmesi ile bu aniden değişimi gözlemleyebiliyoruz.

    bu noktadan sonra, yaptıkları deneyi biraz daha ileri safhaya taşımaya karar veren dört öğretmen, promil seviyesini arttırmaya karar veriyor. yönetmen filmin trajikomik faslının resmen başladığını izleyiciyi biraz gülümseterek ama bazen de gerginlik vererek ispat ediyor. öğretmenlerin alkol etkisiyle fazlaca neşeli olması, bir tatlı çakırkeyflik halleri güldürürken, tamamen yasadışı şekilde okul içinde gündüz vakti alkol tüketmeleri ve sürekli yakalanmaya ramak kalmaları izleyiciyi fazlaca geriyor.

    fakat deneyin üçüncü safhasına geçtiklerinde hikayelerinin trajediye doğru sürükleneceğini hissetsek de, engellenemez şekilde olaylar gerçekleşiyor. üçüncü ve son aşamada alkolün doruk noktasına ulaşarak bilincin kaybolması ve kontrolü tamamen bırakmak fikri yer alıyor. buna önce çekimser kalsa da, martin dionysos’un yoluna saparak, belki 'ne olacaksa olsun' düşüncesi ile belki de bir çeşit bağımlılık hali ile yeni bir boyuta geçiyor.

    varoluşçuların hayatı anlama üzerinde metotlarını ve söylemlerini yoğun olarak gördüğümüz filmde, yönetmen, varoluşçuk felsefesinin ilklerinden kierkegaard'a atıfta bulunmayı ihmal etmiyor. elbette bu tesadüfen yapılan atıf değil. kierkegaard'ın hareket etmenin ve sabit kalmamanın faziletleri üzerine söyledikleri ve kaygı, korku, endişe gibi kavramların hareket için en önemli tetikleyiciler olduğunu filmin dört kahramanı ve protagonist karakterimizin yolculuğunda açıkça görebiliyoruz. yürüyüş her zaman bir yere varmak için yapılmaz, bazen de varolmak için yürürüz. hareket ettiğimizce varoluruz.

    filmde kullanılan ikilemler, varoluşçuların çokça ilgilendiği bazı harika ikilemlerin yansıması olarak karşımıza çıkıyor. düzenli,sıkıcı bir hayat ve heyecan dolu, dengesiz bir hayat, apollon ve dionysos, risk ve garanticilik, kaygı ve koyvermişlik, kusursuzluk ve olduğu gibi kabullenme benzeri ikilemler, seyircinin gözü önünde inceleniyor. hangisinin daha doğru olduğu, yine vinterberg sineması şanına yakışır şekilde seyirciye bırakılıyor.

    finalde, artık kendini gerçekleştirmiş, hem ailevi hem profesyonel olarak istediği düzeye tekrar gelebilmiş bir martin görüyoruz. dionysos'un tarafına geçtiği için artık 'kusursuz' davranışlarda bulunmasına gerek kalmamış olsa gerek ki, filmin başından beri merak ettiğimiz caz baleti performansını nihayet filmin son anında görebiliyoruz. martin'in aslında hüzünlü olması gereken bir gündeyken, what a life? şarkısı eşliğinde umarsızca dans edişi ile varolmanın hafifliğini hissediyoruz ve kierkegaard'a bir kez daha hak veriyoruz.

    'kaygı, özgürlüğün baş dönmesidir'

  • altı üstü bir futbol maçı. siz niye her şeyi kutsallaştırmaya çalışıyorsunuz abi? manyak mısınız siz? melih demiral iyi hoş severiz kendisini de "sen bu vatan için çok şey yaptın" ne demek lan? vatan için napmış mesela? top oynayıp milyon eurolar kazanmış. böyle olunca "vatan için çok şey yapılmış" mı oluyor? 3-0 yenildik işte. melih de kendi kalesine gol attı. napalım? gazi ünvanı verip maaş bağlayalım mı?

    bu nasıl seviyesizlik bu nasıl profesyonellikten uzak bir iş yapma şekli. geçmişte hiç böyle saçmalıklar yoktu. niye ısrarla coşku vermeye çalışıyorsunuz. sizin işiniz amigoluk mu? adam gibi anlatın maçınızı. oynanan top coşku verir sizin bomboş gazlamalarınız değil. bok gibi oynuyorsak bok gibi oynuyoruzdur. rakip iyi hazırlanmıştır, daha iyidir falan filan. savaş mı bu? kaybedince toprak mı vericez? gol attığımızda da istediğiniz kadar bağırın. şov yapmayın. bir milli maç izliyoruz altı üstü. keyfimizin içine sıçmayın. yeter lan.

    siz amigo değilsiniz. siz spikersiniz. sizin göreviniz ekran başındakileri gaza getirmek değil. sanki kalkıp o topa ben vuracağım amk. saçma sapan işler ya. doğru düzgün maçınızı anlatın.

  • online herhangi bir şeye kaydolurken ikinci ad olarak sitenin ismini yazın. bu sayede spam email aldığınızda bilgilerinizi kimin sattığını ya da sızdırdığını öğrenebilirsiniz.

  • kâğıtla az çok haşır neşir olan herkes bilir kâğıt kesiğinin acısını. hatta bu yazıyı okuyorsanız ve daha önce parmağınızı kağıtla kestiyseniz, aklınıza hemen içten içe yaşadığınız o sızılı ağrı gelecektir. dermatologlar bunun tamamen insan anatomisiyle ilgili olduğunu söylüyor. kâğıt kesikleri, özellikle kâğıdın neden olduğu kesikler olarak adlandırılsa da, diğer aşındırıcı, ince malzemelerden de kaynaklanabilmektedir.

    dermatolog dr. hayley goldbach'a göre sorunun kaynağı sinir uçlarıdır. acıyı algılayan sinir uçlarının en çok bulunduğu yerlerden biri parmak uçlarıdır ve dokunmaya, acıya, hislere daha duyarlıdır. vücudun başka yerlerindeki herhangi bir kesik de can sıkıcı olmakla birlikte, acının şiddeti burada diğer bölgelerden daha yoğun olabiliyor.

    kâğıt kesiği cildinizde derin yara açmaz. mikroskobik bir kesik dermise nüfuz etmediğinden, tipik olarak fazla kanamaz ancak çok acı verir. bunun sebebi kâğıdın fazla gözenekli olmasından ve çok sayıda bakteri barındırmasıdır. kesiğin bakteri oluşturup, yarayı istila etme riski büyüktür. fakat bu durum kâğıt kesiğinin acı verme nedenini açıklayamaz. çünkü bakteri istilası hemen olmaz, ama acı anında hissedilir. her ne kadar kâğıt kenarları düzgün görünse de pürüzlüdür. kağıt derinizi kestiğinde, arkasında büyük bir yıkım yolu açarak geçer, düz bir çizgi olarak değil de deriyi yırtıp, parçalar, dağıtır. jilet ya da bıçak gibi düzgün bir kesik açmaz.

    yaranın üzeri antibiyotikli krem ve sargı bezi ile örtülmediği zaman açığa çıkan sinirler dış dünyaya açık olup enfeksiyona sebep olmakta ve can acıtmaya devam etmektedir.

    parmağınızı kâğıt ile kestiğimizde neler yapmalıyız. şimdi kısaca bunlardan bahsetmek istiyorum:

    1. ellerinizi hemen yıkayın. enfeksiyonu önlemek için bu çok önemlidir. çoğunlukla kanama kendi kendine durur. ayrıca kanama fazla ise bölgeye temiz bir bez veya bandajla hafif bası uygulayabilirsiniz.
    2.yarayı soğuk su ile temizledikten sonra kurutup antibiyotikli bir merhem sürün.
    3.kâğıt kesiği çok derinse, bir bandajla veya yara bandı ile kapatmak daha faydalıdır. bu, yaranın dışarıyla teması minimuma indirip, temiz kalmasını sağlayıp, mikrop kapmasını önleyecektir. sadece küçük bir kesiyse açık bırakabilirsiniz.

    kaynak 1:
    why paper cuts hurt so much?

    kaynak 2:
    what to know about paper cuts?

  • biz bu adamların sahasında kupa kaldırdık. yaptıkları tek şey ışıkları kapatmaktı. onun da goygoy'unu çevirdik. kapa ışıkları ya da en kötü aç çimleri sulama sistemini vs. vs...

    sahaya girip, futbolculara saldırmak nedir? kendini savunmaya çalışınca da ceza vermek nedir? aksine trabzonspor'a güvenlik zaafiyetinden ceza yağmalı ve içeri giren taraftarlar da alabilecekleri en ağır cezayı almalı. soğuttunuz futboldan, mahvettiniz futbolu ulan!

    edit: "kadıköy sokaklarında polis arabası yakıldı" vs diye mesaj atmaya gerek yok. "saha içi" ve "saha dışı" olayların farkını iyi idrak etmeli. kaldı ki böyle bir olumlama söylemi de olamaz. saha içinde karanlıkta efendi efendi kaldırdık kupamızı ve yapılan protesto da uzun yıllar sürdürdüğümüz geyiğe dönüştü.

    ayrıca baydı artık özellikle trabzonspor ve beşiktaş taraftarının, sonra da diğerlerinin "biz deliyiz, her şeyi yaparız, öyleyiz, böyleyiz" böbürlenme adı altında sergiledikleri serserilik ve şuursuzluklar, deliyseniz gidin tedavi olun. 4 büyük takımdan ikisini temsil eden insanlarsınız siz, aklınızı başınıza toplayın mk.